28 Kasım 2012 Çarşamba

Dört Nala Hanımlar

Hazır yeri gelmişken konu ile ilgili bir anekdotla başlayayım. Ailemin yoğun isteği ve ısrarı üzerine, beni istediği söylenen biriyle görüşmüştüm. Kız kardeşim Sümeyye ve teyzemin oğlu Mustafa Kaan da bana eşlik ettiler, beraberce gittik. Böyle görüşmelere hiç gitmediğimden, ne soracağımı da bilemiyordum. Neyse, bana gerek kalmadan adayımız anlattı zaten. Ara sıra farklı şeylerden bahsediyor ama her defasında konuyu eşinin çalışmasına getiriyordu. Ben dayanamadım tabi, "Çalışmazsa ne olur?" deyiverdim. "Çalışmazsa, olmaz." dedi net bir ifadeyle. Öyle görünüyordu ki, aynı ideallere sahip değildik. O daha maddi düşünüyordu ve benim istediğim hayatla ilgisi yoktu. Sonra ne mi oldu? Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar. Ehehe.

Yazıyı planlarken başlığımı söylediğim arkadaşlarım çok güldüler. Bence çok gerçekçi bir başlığım var. Evet onlar, benim tabirimle "Dört nala hanımlar". Normal insanlar gibi görünüyorlar. Aramızda yaşıyorlar, çok güzel kamufle oluyorlar. Ta ki telefonları çalıncaya kadar: "Oğlum ben gelene kadar ocağa suyu koy, kızım babana gömlek ütüle, canım ekmeği sen al ben yetişirim.." vb. cümleler kuruyorlar. Her an bir yerlere yetişme telaşındadır onlar. Biraz fazla mesai, biraz efor, arada kalan çocuklar ve monoton bir hayat.. İlerde onlar gibi olacağımı düşününce gerçekten üzülüyorum.

Geçen yıl aynı yerde oturduğumuz bir hoca hanım vardı. Üç çocuklu bir öğretmen. En küçüğü emzirmek için teneffüslerde eve giderdi. Diğer çocukların okulu ile ilgilenirdi, eve alışveriş yapar, yemek hazırlardı. Bunun yanında misafir ağırlardı, haftalık toplantılarımıza katılırdı. Sordum kendisine, "Hocam nasıl yetişiyorsun hepsine?" Gülümsedi, "Zorunda kalınca yetişiliyor."

Peki ne uğruna? Daha fazla para mı, yoksa daha fazla mutluluk mu? Ya da refah bir hayat. Belki de kendini gerçekleştirmiş birey olma isteği. "Kendi paranı kazan, ayakların yere bassın." 

Eşler ne diyor bu konuda?
Eşler üçe ayrılıyor, bence. Bir kısmı, "Çalışsın efendim, bu devirde geçinmek zor. Hem daha iyi şartlarda yaşarız. Ben çalışan eş istiyorum" penceresinden bakıyor. Diğerleri ise, "Çalışmasa da olur, kendi bilir. Her türlü saygı duyarım" diyerek gönülleri fethediyor. Bir diğer ekip ise (birader stayla) "Çalışmasın azizim. Hanımın yeri eşinin, çocuklarının yanıdır" diyor ve yönetimi elinde bulundurduğundan, itiraz kabul etmiyor. Eşim "Çalışmayabilirsin" dese, ben çalışmam.

Çocuklara ne oluyor?
Çocuk ruh sağlığı ve psikolojisi dersinde dikkatimi çekerdi hep. "Çalışan Annelerin Çocukları" başlığı altında özel bir bölüm vardı kitabımızda. Onların ruh hallerini, bağlanma problemlerini ve küçük dünyalarında yaşadıkları gelgitleri anlatıyordu. Birkaç tane de örnek içeriyordu. Annesinin yanında olması için kendini kesen, sırf dikkat çekmek için haftalarca konuşmayan, annesinin eşarbını günlerce yanında taşıyan, parmak emen, öğretmenlerce sorunlu olarak algılanan, arkadaş çevresinden dışlanan, ağlayan, sızlayan.. Pembe olması gereken minik dünyalarının, nasıl siyaha dönüştüğünü çok güzel resmediyordu o yazı. Ne ilginç değil mi, çocuğunun maddi geleceğini hazırlamak için, onların manevi çocukluğunu çalanlar! Bir çocuk gelişimci olarak söylüyorum. Küçük yaştaki manevi eksiklikler mutlaka iz bırakır ve siz bu eksikliği maddi oyuncaklarla dolduramazsınız.

Dinimiz ne der?
Çok düşünüp taşındığım bu konuda, birkaç kitap da karıştırdım elbet. Yakın arkadaş çevrem de genelde ilahiyatçı olunca, dini açıdan araştırmak zor olmadı. İslam'a göre beyler hanımlarına bakmakla yükümlü. Yani hanım çalışsa da çalışmasa da. Çalıştığında beyine maaşını vermek zorunda değil. İstemezse vermeyebiliyor. Gerçekten bak. Bende ilk duyunca inanamadım ama, böyle. Bey, eşinin her türlü ihtiyacından sorumlu. Buna sosyal ihtiyaçlar da dahil. Hanımını uygun vakitlerde gezdirmeli, diyor bilir kişiler. Evinin ihtiyaçlarına, eksiklerine vakıf olmalı ve eğer hanımı yardım isterse ona yardım etmeli. Dinimizde gerçekten hanımlara rahatlık sağlanmış. Yani buradan bakınca bey çalışıyor, hanım yiyor. Ne ala. Ben pek beğendim bunu.

Bunu anlattığım kızcağızlarımız, "Geleceğimizin ne olacağını bilmiyoruz. Eşlerimiz sorumluluk sahibi olmazsa? Ayrıldığımızda ya da eşimizi kaybettiğimizde ortada kalırsak? Günümüz gençleri çalışmayanlarla evlenmiyor. Toplumda bir yerimiz olmalı. Çalışmazsak eşimizin yanında söz hakkımız olmaz, eşimiz bize kıymet vermez." vb. cevaplar veriyorlar. Yer yer haklılar. Yine sonuç oğlancıklara çıkıyor. Acaba farkındalar mı?

Maddi boyut.
Tabi işin maddi boyutu göreceli. Günümüzde hayat şartları zor. İnsanların gelecek kaygısı had safhada. Kimisi için rahat yaşamak daha önemli. Kimisi de mutluluğu ön planda tutuyor. Bir diğeri ayağını yorganına göre uzatıyor, ötekisi de ayağına göre yorgan alıyor vesselam. Hadi alın size bir anekdot daha. Dayım beden eğitimi öğretmeni, yengem ev hanımı. Merak etmeyin, açlıktan ölmüyorlar. Hatta kimseden destek almadan yaşadıkları ilçede güzel ve iyi standartlarda bir ev aldılar. İki çocukları var ve gayet mutlular. Demek ki olabiliyormuş.

Çocukta yaparlar, kariyer de.
Hanımların büyük bir kısmı, bu eziyeti içine sindirmiş. Hatta erkek meslektaşlarıyla bir şey yarışındalar. Yaradılış gereği narin ve kibar olan bayanlar, iş dünyasında ezik kalmamak için kendilerinden bir hayli taviz veriyorlar. Birçoğu başarılı oluyor da, ya yıpranma payı?

Hanımlar çalışmasın demiyorum. Böyle anlaşılmasın. Ben de çalışıyorum. Ama bu bir zorunluluk değil, olmamalı. Yazıktır annelerimiz, teyzelerimiz, ablalarımız, Allah'ın emaneti hanımlarımız dört nala olmamalı.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Sezenler Olmuş

Bizi yerlerde göklerde bulamazlarken,
Gizliden hayalimizi kuranlar olmuş.

Uzanamamış meğer pek öfkelenmiş de
Mübarek nimete mundar diyenler olmuş.

Selam verince mahalledeki annesine,
Yazdığımızı kendine pay edenler olmuş.

Abdest nuru almadan, huzura durmadan,
Kendini adamdan sayanlar olmuş..