25 Ekim 2012 Perşembe

Dert ve Siyaset

"Ne zulmediniz ne de zulme boyun eğiniz."
Zulmetmem de, boyun eğmemeye gelince iş biraz renk değiştirebiliyor. Mesela, boyun eğmeyeyim derken yıllarca emek verdiğin işinden olabilirsin. Ya da bile isteye, kasten senin yoluna taş koyan amirine nasıl boyun eğmeyeceksin? Hele de iplerin onun elindeyse..

Bana eziyet eden zihniyetten intikam almak istedim:
Atanınca her şey çok güzel olacak, şeklinde bir beklenti ile başladığım bu eğitim-öğretim yılında, işe başladığım 12 Eylül 2012 tarihinden itibaren başıma gelmeyen kalmadı. Önce kıyafetim yüzünden aşağılandım, sonra okuldan kovuldum. Giyinme tarzım saygısızlık olarak kabul edildi. Duyduğum hakaretin, akıttığım göz yaşının haddi hesabı yok. Karşılık vermeden sessizce uzaklaştığım kapıları, suratlarına çarpmak isterdim oysaki.. Tam da elime fırsat geçti, siyasi bir davet mektubu.

Hani diyordu ya Rang de Basanti filminde Karan: Çözüm için yönetime girin, fikrinizi söyleyin:
Derdimizi, düşüncemizi nasıl anlatacağız? Yapılan haksızlıkları sümen altından nasıl çıkaracağız? Boyun eğmeyelim, insanlardan yardım isteyelim. İnsanlar bize yapılan eziyetin farkında mı? Nasıl farkındalık oluşturulur? Yönetenler, bizi temsil edenler, bizim derdimizle dertleniyor mu? Biz yönetime girmeli miyiz? Epeydir bu soruların cevaplarını tasavvur etmeye çalışıyorum.

Kitlelere derdini anlatma: Siyaset.
Yaşadığımız sorunları çözme adına bir adım atalım ve bu adımın adı siyaset olsun. Ne de olsa kendi kendini yöneten bir cumhuriyetiz. O halde sıkıntılarımızı paylaşmalıyız, paylaşmalıyız ki çözüme el birliğiyle ulaşalım. Kitlelere derdimizi anlatalım, onların desteğini alalım. Gerekirse ikna edelim(?)

Siyasetle mi yükselir insan?
Sahi siyaset yükselme yeri midir? Yoksa, sorun çözmek için seçilmiş insanların fikir alışverişinde bulunduğu, müthiş beyin fırtınaları yardımıyla maksat hasıl eden bir oluşum mudur? Cevabınız var mı?

Siyaset yalan söyleme sanatı mıdır?
Gerekirse ikna edelim, cümlesindeki ima anlaşıldı mı? Kendi amacımızı gerçekleştirme adına insanlara, ikna kabiliyetimizi ve süslü cümlelerle bezediğimiz hitabetimizi kullanmak etik mi? Daha da açık ve net söylemek gerekirse, kandırmak hak mı? Kutsal amacımız(!) uğruna kandırmak caiz mi?

Ben yapabilir miyim?
Siyaset, ilerde yapmak istediğim işlerden biri, evet. İnsanları genelde ikna edebildiğimin de farkındayım ve bu yüzden keşfedilip davet edildiğimin de.. Belki yönetimde olursam söz hakkım olur ve bana eziyet eden zihniyete tepeden bakabilirim. İntikam da alabilirim ya da sorunların çözümü için somut adımlar atabilirim. Peki ya, en ufak bir haktan etkilenen, gereksiz hassasiyete sahip vicdanım ne olacak? O benim otokontrolüm, ya beni terk ederse?

Babamın yorumu:
"Sen adil ve dürüst bir insansın, kızım. Yalan söyleyemezsin, biliyorum. Bu işi yaparsan, başarılı olursun elbet ama geride bıraktıklarına değecek mi? Sahip olduğun hassasiyetler sayesinde, güvenilir olarak anılıyorsun. Siyasette, dolaylı olarak bu çizgiden çıkabilirsin. Rabb-i Teala'nın huzurundaki çetin hesabı düşün, ya Hatice. Müjdelenenlerden olmak istemez misin?"

Ben bu işi yapmamalıyım.
Uzun günler, geceler, istihareler, istişareler sonucunda bu karara vardım. Teklifinize yokum diyorum. Siyaset, yapılmalıysa eğer, yapabilenlere bırakmalı. Ben yapmak istemediğime karar verdim, davetiniz için teşekkürler.




20 Ekim 2012 Cumartesi

Şehit Tahtında Rabb'e Gülümser..

İçim acıdı bugün. Hatta İstanbul'un da keyfi yerinde değildi. O da tripnaz davranıyordu. Herkes kendince hüznünü aksettirdi bir yerlere. Neden mi? Altı yuvaya ateş düştü, üçü Hakkari'den. Özel harekatçı abilerimizin şehit haberini aldık dün. Bir tanesi 25 yaşında, üç ay önce evlenmiş. Eşi iki aylık hamile.. Al sana tüyü bitmemiş bir yetim daha..

İşte akşam haberlerinden seçmeler,

"Şemdinli'de iki teröristin cenazesi var." Adamlar yol kesip kimlik kontrolü yapıyorlar. Hayır yani düşünsene, kimliğine bakıp, "Sen TC vatandaşısın." dese, kendince haklı bir sebebi olacak seni öldürmek için.

"Göstericiler polise taş yağdırdı." Şeytan diyor al o taşları..

"Bitlis ve Tunceli'de üç korucu şehit oldu." Tunceli de yola mayın döşedi. Trafo merkezine saldırı düzenledi ve Bitlis'te de bir benzeri..

"Başbakan Bdpye sert çıktı, bölgedeki vatandaşlara seslendi." Teröre tepkini koy, çağrısında bulundu. Teröristlerin yezidi olduklarını söyledi. Millet olarak bu mücadeleden kaçmayacağız, dedi.

"Chp genel başkanı, Başbakanı yalancılıkla suçladı." Bunun da bildiği başka bir şey yok zaten.

Doğu deyince tüyler ürperiyor benim memleketimde. İnsanları bir korku alıyor. Gözlerinden okunuyor, terör korkusu. Herkes bir fikir sunuyor ama çözmeye yetmiyor. Yetmiyor ya da yetirilmiyor. Neler oluyor?

Arkadaşlarım doğuya atandı ve hiç rahat değiliz. Sürekli tedirginiz, ben burada, onlar orada.. Bir gün biber gazını tadıyorlar, başka bir gün evlerinin önü bombalanıyor, ertesi gün okulları yakılıyor, meslektaşları kaçırılıyor..

Neler oluyor? Tunceli, Bitlis, Van, Hakkari, Siirt, Şanlıurfa... Bunlar Türkiye toprakları değil mi? Yoksa bize yanlış mı öğrettiler? Buralar BİZİM haritamıza dahil değil mi? Milyonlarca yatırım yapılmadı mı o illere? Neden kendi ülkemizde, tabiri caizse 'paramızla rezil oluyoruz'?

Neden Şanlıurfa'da öğrencilere mikrofon uzatıldığında "Savaş yüzünden okula gidemiyoruz." diyorlar? Ne savaşı bu? Neyin kavgası?

Zaten bizim olan toprağımızı, kimden koruyamıyoruz? Kim bizim en mahremimize, ailemize, el uzatıyor? Kim gencecik abilerimizin, kardeşlerimizin canını alıyor?

Kaç milyon ülkeyiz, neden durduramadık hala şu aklı kıt cahilleri? Neden şehit haberleri sıradanlaştı?

Bu cevapsız sorular beni öfkelendiriyor.

İçim yanıyor, canım acıyor. Boğazım düğümleniyor. Memleketimin başına bu belayı saranın Allah bin türlü cezasını versin!


16 Ekim 2012 Salı

Tanhayee

Yıllardır Aamir Khan takipçisi olup da, onunla alakalı bir konuda, ondan alıntı yapmamak ayıp olurdu. Gerçi benim alıntı yapmak konusunda üstüme yoktur. Öykünürüm, taklit ediveririm filan. Severim yani.

Gel gelelim bu mübarek lafzın günümüz Türkçesine çevrilmiş haline. Tanhayee Hint kökenli bir kelime olup, 'yalnızlık' anlamına gelir. "Nereden de bulursun böyle kılçık kelimeleri?" dediğini duyar gibiyim. Ya da "Hadi be lafı uzatma neymiş söyle." diyor da olabilirsin. Senin için ekranın sol üst köşesinde kısa bir video oynatmak isterdim ama çağımız teknolojisi henüz buna hazır değil güzelim, az bekletcem.

'Dil Chahta Hai - Kalbin Arzuları' filminde, Aamirciğimin bir sahnesi var. O sahnede yönetmen yalnızlığı, elin kolun bağlı olmasını kısacası çaresizliği çok güzel işlemiş. Sinema eleştirmeni değilim, naçizane kanaatim budur. Bir de o sahneye Aamirciğimin 'Tanhayee' şarkısı fon oluşturur ki tadından yenmez. Yine aynı şarkının nakaratıdır, "yalnızlık kilometrelerce uzanıyor." Evet işte böyle ciğerim. Yalnızlık bende ahanda böyle kilometrelerce uzanıyor.

İnsanın birçok arkadaşı olabilir. Biraz az ve öz de olabilir. Aslında hiç olmayabilir ve bu onun için hiç sorun olmayabilir. Kişisel tercihler bunlar, saygı duyarım efenim. Fakat, ben tercih etmem. Etmek istemem. Yahu mübarek, kim tercih eder yalnızlığı? Ya da neden etsin ki? Ben hiç istemedim. İstemem. İstemeyeceğim de.

Sorsan yalnız da değilimdir zaten. En azından listemdekiler nereden baksan yedi yüz küsür. Hem şimdi mesaj atsam, eminim bana dönecek arkadaşlarım da vardır. Zaten en yakın bir tane arkadaşım yok benim. Birçok sevenim var, elhamdülillah. Epey çok da can dostum güzel insan var. Sağolsunlar.

Aralarına girsen ve küpe çiçeğine sorsan, "Bizim kızın en yakın ahbabı kim?" diye, "Ben de çok yakınıyım ama sanırım en yakını saka kuşu." der. Saka kuşuna sorsan aynı soruyu, "Ben de çok severim fakat en yakını zümrüt-ü anka" der. Zümrüt-ü anka cevaba gelir, "Hitler" der. Evet ya Hitler de yakın ahbabımdır. Karşı takımlıdır ama sağlam adamdır. Hitler o malum soruya cevaben "Çok yakın ahbabımdır, hatta en yakınımdır ama zannımca onun en yakını yoktur." der ve on ikiden vurur dartı. Çünkü bana -en- yakın bir zatı muhterem yoktur, vesselam..

Herkes zaman zaman yalnızlıktan dem vurur. Hepsi birbirine "en yalnız benim"i ispatlamaya çalışır. Yazılar yazarlar, twitter de şiirler paylaşırlar, yanlızlık şarkıları dinlerler.. Düşünsene konu şöyle bir hal alırmış mesela "Olm, yalnızlığımla döverim seni." :) Ama ben hiç birinin ölesiye yalnız olduğuna inanmam. Sağlam kaynaklarım var benim. Abe oturmaya mı geldik birkaç örnek verelim;

"Uff, çok yalnızım." sendromu. Bu gibi semptomlar tespit ettiğimiz gençlerde sık rastladığımız bir tesadüften bahsedeceğim. Bence cümlenin başındaki 'uff' bize sıkıldığını anlatıyor olmalı. Yani gencimiz burada yalnız değil ama yalnız kelimesini farklı bir kavrama karşılık kullanıyor. Türkçemiz buna müsait, kural hatası yok fakat yalnız değilsin kank.

"Çok yalnızım cnm ya." diyen kız da yalnız değil. Bir kere 'canım' yerine 'cnm' yazmaya alışmışsa, sms paketini bitirmemek adına kısaltmalar kullanıyor demektir. Yani şu anda 'bir'ey olsa bile, geçmişte bir yerlerde bir topluluktur. Sende yalnız değilsin cnm.

Peki ya ben, ben yalnız mıyım?

(Alttaki paragraf kendini beyin fırtınası zannediyor ama Öğretim Yöntem Teknikleri dersini okuyanlar öyle olmadığını anlayacaklar.)

Kargalar sürüyle, kartallar yalnız uçar. O zaman ben bir kartalım. Dur bir dakika. Kartal deyince insanları part part bölen takımlı-partili gruplar akla gelmesin. Kanarya ya da aslan da demeyeceğim, hak geçmesin. Hem de kartal büyük gelir zaten bana daha minik.. ımmm. Evet, sincap. Ben yalnız bir sincabım. Uff, bu da ne böyle. Fok gibi konuşan kızlardan farkım olmalı. Neyse, kendimi bir hayvanla özdeşleştirme fikri bence de iyi değildi. Çark ediyorum.

-Sinemada güzel bir filmi mesela "Uzun Hikaye"yi yalnız izlemişsen ve film bittiğinde, gecenin o saatinde, arayıp neler hissettiğini anlatacak kimsen yoksa,
-Operatör mesajlarını bile açıp okuyorsan,
-Zile basmıyorsan, evi anahtarınla açmak zorundaysan,
-Telefonunun şarjı daha uzun gidiyorsa,
-"Geç kalacağım, merak etme iyiyim" cümlesine benzer bir gönderilmiş mesajın yoksa telefonunda,
-Otobüste yer verdiğin teyzelerle muhabbet kurmaya çalışıyorsan,
-Müzik dinlediğin mp3 çaların şarjı daha çabuk bitmeye başlamışsa,
-...

Var git devamını da sen getiriver.


Şimdi söyle bana yavru ceylan, yalnız mısın hakikaten?

5 Ekim 2012 Cuma

Fikrimden Geceler Yatabilmirem

"Yirmi iki yaşında ama hala ana kuzusu" derler bana. Çekemediklerinden midir, yoksa kuzu gibi sevimli olduğumu anlatmak istediklerinden midir, bilmem. Ben ikinci seçeneğe oy veriyorum. Ayrıca, kim ana kuzusu olmayı reddeder ki? Ya da neden reddetsin?

Ben annemin yanımda olmadığını sabah uyandığımda anlarım. O yoksa eğer, üzerim örtülmemiştir. Perdem açılmamış, odam havalandırılmamıştır. "Hay Allah! Nasıl çıkar şu zıkkımın lekesi?" dediğimde anlarım. Ya da sökülen eteğimi dikmeye çalıştığımda, uyku düzenim bozulduğunda, ütü yapmaya çabaladığımda, iştahsız kaldığımda, hasta olduğumda.. 

Anlarım böyle işte. Bir de özlerim ki, onu tarif bile edemem. Çünkü onu içeren özlemlerim yazarak anlatılacak gibi değiller. Tarif edeyim desem de edemem. Debelenmeye başlarım, yutkunurum. Kelime bulamam. Anlatamam.

Anneannemi kaybettiğimizde annem "İnsan kaç yaşında olursa olsun, annesinden ayrılınca öksüz olurmuş" demişti. Ben de sarılmıştım cevaben. Sarılmakla "öksüz kalmadın, ben varım" mı demek istedim, yoksa "beni senden öksüz bırakma" mı demeye çalıştım bilmiyorum. Ama her ikisi de güçlü çeldirici şu anda. Çift cevap hakkımı kullanmak istiyorum sayın Kenan Işık. 

"Arkadaş ne ayrılıkmış hala atlatamadın" dediler malum kişiler. Ben cevaplamadım. "Size ne olm?" demeliydim aslında. Demedim, artık geçti. Ama bir daha olursa derim mutlaka. Mesela annemin en sevdiği Azeri şarkısı ile cevaplarım onları (benim annem Azerbaycan göçmeni),

Fikrimden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sen'e çatabilmirem
Ayrılık.. Ayrılık, aman ayrılık
Her bir dertten ala
Yaman ayrılık..

Men özlerem anamı aybalam, uşaq heç anasız olar mı?

2 Ekim 2012 Salı

Kardeşime, Sümeyye'me..

Özlemenin ne olduğunu fark etmeye başladım. Hissettim en kalb-i derinimden.. Daha önce hiç özlememişim meğer, böyle hasret kalmamışım. Özlem öyle büyük, öyle büyükmüş ki meğer, "özledim" bile dar geliyormuş ona. Hangi kelama baş vursam, ne desem, nasıl söylesem bilemedim şimdi.

Aslında çok sevmişim ben, hatta en çok seni sevmişim de haberim yokmuş. Zaten insan ayrılınca, uzaklaşınca anlarmış ya sevdiğini. Evde tek başına-2 filminde hırsızın başına kocaman tuğla düşer ya, işte öyle düştü kafama özlemin. Hele de sesini duyunca öyle dibe vurdum ki, çöktüm olduğum yere. İçim yandı be..

İnsan hem kavga edip hem de sarılıp ağlayacağı birini nasıl özlemez ki zaten. Hele de aynı kanı taşıyorsa. Aynı evde büyümüşse hemde. En çok ona güvenmişse, en çok onu sevmişse.. "İnsan hep hatırlar mı aynı gözleri? Hep aklına düşer mi.."

Sen ağlarken göz yaşını silemediğimde, çaresizliğin de ne olduğunu öğrendim. Bak şimdi ben de ağlıyorum, ödeştik. Gerçi sulu gözün tekiyim hep ağlıyorum da, bu defa başka. Bu defa, en kıymetlime ağlıyorum. Göz yaşlarım altın değerinde, bu defa.

Kendimi bildim bileli hep yanımdasın. Senden önceki dört yılı hatırlamıyorum zaten. Sen geldin, ben, ben oldum. Abla oldum, büyüdüm. Sorumluluğu hissettim seninle beraber. Her gittiğim yerde seni koruyacağım diye, dikkatli olmayı öğrendim. Senden çok daha dikkatli olmalıydım, yeter ki sana bir şey olmasın..

Nice sevgi kelamları gördüm de, hiç birini bize layık bulmadım. Özledim diyenler de bizim kadar özleyemezdi zaten. Çok özlediysem seni, ondan ilham gelmiş demek ki. Nereye baksam sen, kimle konuşsam sen, kime adını sorsam Sümeyye..

Babam tarihçi olduğundan, padişahlarla özdeşleştirirdi bizi. Abim Fatih Sultan Mehmed, ben II. Beyazıd, sen Yavuz Sultan Selim'din. Hepimiz bilirdik bunun nedenini. Huyumuz suyumuz değildi bizi onlara benzeten, olaylara bakış açımız, karakterlerimizdi. İşte tam da bu yüzden abim fetheden Fatih, ben dengede tutan Beyazıd, sen korkusuz Selim'din.

Çok pişmanım biliyo musun? Küçükken "Seni çingenelerden aldık" deyip, ağlatırdım seni. Hay dilim kopsaydı. Kardeşim, küçüğüm, akıllım. Sen ağlama. Kurban olsun ablan sana.. Ağlama. Kara boncuk gözlerini severim. Ağlama sen, elimde dünya olsa önüne sererim. Ağlama yavru ceylan. Ağlama anneannemin yavrusunun yavrusu, annemin kara güvercini, abimin yavru kartalı, babamın Yavuz Sultan Selim'i..

Benim için yar sensin, can da canan da sensin. Yaram sen, yarim sensin. Hasret sen, özlem sensin. Sen benim en kıymetlimsin, sevmekle bitmeyenimsin..